Vertigo
Spilling out of a sea in flower
All will be forest one day,
What you see now is the delicate
Hour of the birds among the branches.
Wait, for the waiting god
So the sun will dally over the red pines
Until the great night sets in.
One day all will be sound, a sound
Whose arch will spread out from star to cloud,
From earth to star echoing in harmonious resound.
And you who behold these circles
Wait for this sound among sounds,
As soon, passing through organ chimes
The fine winged moon will shine.
In the heart of the wind I lived,
The days came in desolate and lonely vertigo,
Only the far distant rocks were my prophets.
No sound, no forest, alone and deserted,
Perhaps it is rain that will soothe the soul,
If not, like some god in the forest, we are bound
To wait, straining to catch any sound
Baş Dönmesi
Çiçeklenen bir denizden taşarak
Her şey orman olacak bir gün,
Kuşların dallararası yumuşak
Saatıdır artık gördüğün.
Bekle, bekleyen tanrıyı ki
Güneş kızıl çamlar üstünde eğlenecek
Büyük geceye dek.
Bir gün her şey olacak ses, bir ses ki
Buluta yıldızdan, yıldıza yerden,
Çın çın öterek yayılır elipsi.
Sen bu halkaları gözlerken
Bekle sesi sesler arasındaki,
Birdenbire kıl kanatlı ay görünecek
Orglardan geçerek.
Ben rüzgâr içinde yaşadım
Gün oldu baş dönmesi yalnız, yalnız
Uzak taşlardı yalvaçlarım.
Ne ses, ne orman, tek başıma, ıssız
Bir yağmur avutur benliği.
Yoksa ormanda bir tanrı gibi beklemek
Ses işitebilirsek
Bay Laurel Forest
As the slave owners never worried about bread,
They philosophized, their bread
Was given to them by the slaves;
As the slaves never worried about bread,
They did not philosophize, their bread
Was given to them by the slave owners.
And so Lycia declined and fell.
As the slaves never worried about philosophy
They made bread, their philosophy
Was given to them by the slave owners;
As the slave owners never worried about slaves
They made no bread, their slaves
Were given to them by their philosophy.
And so Lycia declined and fell.
Philosophy had no bread, bread had
No philosophy. The bread of ownerless philosophy
Was eaten by the philosophy of ownerless bread;
And the ownerless philosophy of bread
Was eaten by the ownerless bread of philosophy
And so Lycia declined and fell.
To where it still lies, under a bay laurel forest
Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
İçin felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında
Everything Has Come to an End
Onto a stone you scraped your name
And so no one will die
Till the stone perishes
Footprints there on the air
This is where death expires
Where snow too expires
The birds departing for eternity
Both moon and earth inscrutable
The vicious glance inside love
Sona Erdi Her Şey
Kazıdın bir taşa adını
Taş ölünceye dek
Kimse ölmeyecek
Havada ayak izleri var
Ölüm burada tükeniyor
Kar da tükeniyor
Sonsuzluğa gidiyor kuşlar
Gizemliydi ay ve yeryüzü
Sevideki korkunç bakışma
Snail
A workman coming to prune the trees
Oh what kingly pomp and glory
Axe on one shoulder, whistle on the other
The birds shifting places on the branches
The frenzied musicians returning to the city
Bronze drum coated in pollen
Pipes shining like bees in the sun
The horse sways, as too does joy
Onto the street a bundle of voices spills
The woman has gone to gather snails
In her skirts the fifth season of the year
She looks with the noise of her breasts
Pomegranate flower in his mouth
A child goes to stroke the foal
Wisdom that unsettles the heart
Salyangoz
İşçi geliyor ağaç budamaya,
O ne tafra, o ne krallık,
Bir omuzunda balta, ötekinde ıslık,
Yer değiştiriyor kuşlar dallarda.
Kente dönen çılgın mızıkacılar,
Çiçek tozu içinde tunç bir davul,
Borular arı gibi parlıyor güneşte.
At da sallanıyor, sevinç de,
Sokağa dökülen sesin demeti.
Kadın çıkmış salyangoz toplamaya,
Etekliğinde yılın beşinci mevsimi,
Bakıyor gürültüsüyle memelerinin.
Ve ağzında nar çiçeğiyle
Çocuk gider tayı sevmeye.
Yüreği tedirgin eden bilgelik
The Sun of the Fish
Make me the sun of the fish
So I can shine among the seaweed
Like some long sunken coin
Make me the midday bell of the clouds
So I can breathe seven times with the wind
The leaves of the vine have touched
Make me the memory of the trees
So I can waste away each day with the birds
Like millet grains off the dewdrop
Make me the wine maker of the sky
So I can carry the flag of wine
That the stars have rent and torn
Paint me blue like stone
Cast me at the oleanders’ feet
Draw me into the river’s chronicle
Balıkların Güneşi
Balıkların güneşi yapın beni
Yosunlar arasında parlayayım
Batık bir eski para gibi.
Bulutların ikindi çanı yapın beni
Rüzgârla yedi kez soluklanayım
Asma yaprağının değdiği.
Ağaçların belleği yapın beni
Kuşlarla her gün tükeneyim
Çiğ tanesinden dara gibi.
Gökyüzünün bağcısı yapın beni
Şarabın bayrağını taşıyayım
Yıldızların delik deşik ettiği.
Taş gibi maviye boyayın beni
Zakkumların dibine atın beni
Irmağın güncesine alın beni
In the World I saw
Of no new plants can I teach you
I who am wise pure like the sun
No crops sow the birds of the sky
Never did I recognize in the world I saw
The two truths that were so alike
The object eternal, the image indivisible
Blind bees can never be herded
Of the rain I cannot teach you
For there is nothing synonymous with it
The hand that sweats grows generous
Life is forever in pursuit of death
Yet death and life both remain invisible
Gördüğüm Dünyada
Size yeni bitkiler öğretemem
Bilgeyim güneş gibi duru
Göklerdeki kuşlar ekin ekmezler
Gördüğüm dünyada hiç tanımadım
Birbirine benzeyen iki doğru
Nesne sonsuzdur,imge bölüşülmez
Kör olmuş arılar güdülmez
Size öğretemem yağmuru
Kendisiyle özdeş hiçbir şey yoktur
Ve terleyen el cömert olur
Yaşam hep ölümü kovalıyordu
Ölüm de yaşam da görülmez
Melih Cevdet Anday (1915-2002) was a Turkish poet and writer whose poetry stands outside the traditional literary movements. He also wrote in many other genres which, over six and a half decades, included eleven collections of poems, eight plays, eight novels, fifteen collections of essays, several of which won major literary awards.
Neil P. Doherty is a translator, born in Dublin, Ireland in 1972 who has resided in Istanbul since 1995. He currently teaches in Bilgi University. He is a freelance translator of both Turkish and Irish poetry. In 2017 he was one of the editors of Turkish Poetry Today, which was published in the U.K by Red Hand Books. His translations have appeared in Poetry Wales, The Dreaming Machine, The Honest Ulsterman, Turkish Poetry Today, Arter (İstanbul), Advaitam Speaks, The Seattle Star, The Antonym, The Enchanting Verses and The Berlin Quarterly. He is currently working on volumes of poetry by Gonca Özmen and Behçet Necatigil.
Featured image: Photograph by Neil Davidson.